25 Aralık 2020 Cuma

Senden Önce Ben

 İşsiz kalmak insanların hayatını değiştirebilir Lou.”


Ama esas olan birini sevdiğinizde ondan kopmamak, depresyonu atlatmalarına yardım etmek değil miydi? Hastalıkta ve sağlıkta, her şeyde böyle olmamalı mıydı?


Uyumakta güçlük çekiyordum ve bir girdabın içindeki karışık düşüncelerimi yatakta yatarak kovalamaya çalışmaktansa kalk­ manın daha iyi olacağını anladım

“Beni neyin mutlu edeceğini ve ne yapmak istediğimi fark edip bunları gerçekleştirebileceğim bir iş yapmak için kendimi geliştirdim.”
İnsanları olduklarından farklı birine çeviremezsin.”

Emma

 

sanırdım. İnsanın tahminlerinin doğru çıkması ille rastlantı değildir. İşin içinde her zaman biraz görüş, seziş, anlayış payı vardır
Çünkü gençlikte bağışlanan, üstünde durulmayan birçok noksan yaşlılık çağında göze batar, çok sevimsiz kaçar

Zaten bir kadının bir başka kadının arkadaşlığına karşı duyduğu ihtiyacı belki de hiçbir erkek anlayamaz. Sanırım

Seven iki insan arasında her konu tatlı ve ilginçtir. Her konunun sonu aşka bağlanabilir

Bazı kimselere ne kadar yardım ederseniz o kadar tembelleşir, her şeyi sizden beklerler. Kendi kendilerine kalınca, ister istemez başlarının çaresine bakmak zorunda kalırlar.


Durumu iyice bilmedikten sonra başkalarının davranışları üzerine böyle yargılarda bulunmak haksızlık olur, Mr. Knightley. Bir ailenin içyü
V
Sonra eniştesi John Knightley’nin evine ve aile hayatına bu kadar bağlı oluşunda, sosyete hayatına tepeden bakışında çok beğenilecek, onurlu bir yön vardı ki, onun kusurlarını hoş göstermeye yeterdi.

Doğru davranana herkes saygı duyar

Korluk Kitabina Dair

 

arabasının içinde yeşil ışığın yanmasını beklerken, birden hiçbir şey görmez olduğunu, insanların onun yardımına koştuklarını, yaşlıca bir kadının –bunu ses tonundan çıkarıyordu elbet–, bunun belki sinirsel bir durum olduğunu söylediğini, daha sonra bir adamın ona evine kadar eşlik ettiğini, çünkü evine yalnız başına dönecek durumda olmadığını anlattı, Her şeyi bembeyaz görüyorum, doktor. Arabasının çalındığından söz etmedi.

Körler kutsal sayılan kişilerdir, gözleri kör olan birinin bir şeyi çalınmaz

Yapacağımız her ha reketten önce ciddi olarak düşünmeye başlasak, vereceği sonuçları önceden kestirmeye çalışsak, önce kesin sonuçları, sonra olası sonuçları, sonra rastlantısal sonuçları, daha sonra da ortaya çıkması düşünülebilecek sonuçları düşünmeye kalksak, aklımıza bir şey geldiğinde, bulunduğumuz yere çakılır, hangi yöne olursa olsun bir adım bile atamazdık. Sözlerimizin, hareketlerimizin iyi ve kötü sonuçları, kuşkusuz, ilerde yaşayacağımız günlere, hatta bizim bu sonuçları doğrulamak, kendimizi kutlamak ya da başkalarından özür dilemek için artık bu dünyada bulunmayacağımız günlere göreceli olarak düzgün ve dengeli biçimde dağılır, zaten kimi insanlar da bu durumun ölümsüzlük denen ve çok sözü edilen şeyin ta kendisi olduğunu ileri sürer

Aslında, zamanın gündüz ya da gece, sabahın ya da akşamın alacakaranlığı olmasının, şafak vaktinin sessizliği ya da öğle saatinin gürültü patırtısı içinde bulunmalarının körler için fazla bir önemi yoktu, onlar her zaman sisin içinde parlayan güneşin verdiği ışık gibi, görkemli bir beyazlık içinde yüzüyorlardı. Körlük onlar için, sıradan karanlıklar içinde değil, görkemli bir ışık içinde yaşamaktı

Hepimizin zayıf anları olur ve ağlama yeteneğimizin olması bizim için şanstır, gözyaşları bizi çoğu kez huzura kavuşturur, ağlayamadığımız bazı durumlarda ölecek gibi oluruz, ded

Bütünüyle normal insanlar gibi yaşama yeteneğimizi yitirmiş olsak da, yaşamımızı hayvanlar gibi sürdürmemek için elimizden geleni yapmalıyız, sözleri sayesinde gerçekleşmiş gibi görünüyor, bu yalın ve temel nitelikteki sözleri o kadar çok yineledi ki koğuşun geriye kalanı bu deyişi sonunda özlü söze, özdeyişe, öğretiye, hatta yaşam kuralına dönüştürdü

İnsanlar arasındaki kavga öyle ya da böyle bir tür körlüktür

aslında körlük biraz da bu, hiçbir umudun kalmadığı bir dünyada yaşamak.

 insanın, özellikle de insanlıktan çıkmış bir insanın, başına gelen her şeye alışabileceğini anlayabilecekti, hatta

insanın konuştuğu dilin, içinde bulunduğu koşulların zorlamasıyla nasıl değiştiğini bir kez daha kanıtlıyordu,


katı kalplilerin de kalbi kırılabilir

bir bardak su mucizenin ta kendisidir

Göreceksin, ne var ki görmek istediğin için değil, bundan böyle körlerin en körü olmayacağın için göreceksin, aradaki tek fark bu olacak,


Annemle babam belki de bu ölü lerin arasında, dedi koyu renk gözlüklü genç kız ve ben onları göremeden yanlarından geçip gidiyorum, Ölülerin yanından onları görmeden geçip gitmek insanlığın çok eski bir alışkanlığıdır, dedi doktorun karısı.

yıllar ilerledikçe insanın kendine yüklediği suçların listesi ne kadar kabarıyor bilemezsin

İnsanların neler yapıp yapmayacağı önceden hiç belli olmaz, beklemek, zamana zaman tanımak gerekir, her şeye egemen olan zamandır, zaman, kumar masasında karşımızda oturan öteki kumarbazdır ve bütün kartlar onun elindedir, bizler ancak yaşam karşılığında o masadan bir şeyler kazanırız

bazılarının mutsuzluğunun başkalarının mutluluğu oluşudur, bunu dünyanın kuruluşundan bu yana art arda gelen tüm kuşaklar çok iyi bilir

Sonradan kör olmadığımızı düşünüyorum, biz zaten kördük, Gören körler mi, Gördüğü halde görmeyen körler.

Portekezli yazar Jose Saramago, 1998 Nobel Edebiyat Ödülü sahibidir. Edebiyat dünyasında ses getirmesini biraz da “Körlük” kitabı sağlamıştır. Körlük kitabında; trafikte aniden körleşen bir adam, körlüğün tüm şehre yayılmasıyla başlayan olaylar dizisinde, fiziksel körlük üzerinden insanlığın şuanki duygusal körlüğüne değinilmiştir. Kitabın isimsiz bir ülkede, isimsiz bir şehirde, isimsiz insanlarla geçiyor olması okuyucuları şaşırtabilir ama şahsen bu durumu ben çok beğendim. Yazarın aslında odaklandığı, insanların dikkatini çekmek istediği şey körlük; mekan, zaman ya da kişiler değil... Asıl şeye odaklandığınızda isimlere ihtiyaç duymadığınızı göreceksiniz


Kitapta insanların birden körleşmesi Franz Kafka' nın Dönüşüm' ünü, sonrasında salgının yayılmaması yönünde hasta ve şüpheli kişilerin akıl hastanesinde karantinaya alındıklarında ki maruz kaldıkları acı durumlar da 

josé saramago'nun 1998 nobel edebiyat ödüllü kitabı. olaylar, "körlük" metaforu üzerinden, çok sağlam bir sistem eleştirisi ve aslına bakılırsa -okuyucuyu şöyle bir tutup silkeleme amacı gütmesi sebebiyle- epey de rahatsız edici bir realite etrafında kurgulanmış. insanların, hayatta kalabilmek adına, kurdukları hayvani düzeni, buna mukabil yaşadıkları rezillikleri nasıl sahiplenip bunlara nasıl adapte olduklarını, bunu aslında körlüğün getirdiği doğal zorunluluk çerçevesinde yaptıklarını, gerçek anlamda görmeye başlamak için ödemeleri gereken bedelleri ve bilinçlerini nasıl terbiye etmeleri gerektiğini , ahlak , utanç , değerlerin durumdan duruma nasıl evrim geçirdiklerini enfes biçimde anlatıyor..

Trafikte arabasıyla bekleyen bir adamın birdenbire kör olmasıyla başlıyor olaylar. Bu körlük kısa sürede tüm ülkeye hakim oluyor. İnsanların kör oluşu karanlığa bürünmekten ziyade beyaz bir körlüktür. Zamanla yaşanan olaylar öyle iç acıtıcı hale geliyor ki kitapta anlatılanlara ara verip gerçek İle yüzyüze geldiğinizde ,beyaz körlüğün insanlığı zaten sarmış olduğunu görürsünüz.
Yakınlarımıza karşı kör oluşumuz, toplumsal olaylara kör oluşumuz, bizi yönetenlere karşı kör oluşumuz ayrıca onların bize karşı kör oluşu , sorgulamadığımız her şey aslında bu kitabın bütünüdür. Ve bakmak ile görmek arasındaki o ince çizgiyi yüzümüze çarpan bu kitap tüm övgüleri hakediyor kanaatimce. Kitabın içinde geçen ,vicdani körlüğümüzü en güzel şekilde anlatan cümlelerden biriyle yorumu sonlandırıyorum. Sevgiyle kalın :)

"Gözlerimizle görmemeye başlamadan önce bizler zaten kör olmuştuk, korku bizi kör etmişti, aynı korku yüzünden körlüğümüz sürüp gidecek."

İnsanların asıl uğraşması gereken ortaya çıkan bu körlük salgınıyken insanlar bir süre sonra birbirleriyle uğraşır hale geliyorlar. Öyle ki salgına ilk yakalanan insanların tecrit edildiği bir binada devlet tarafından dağıtılan yemekleri bir grubun alıkoyması ve bu grubun üyelerinin diğer gruplara kadınları veya kıymetli eşyaları karşılığında bu yiyeceklerden azar azar vermeleri gibi. Yani yazarımız Saramago aslında bu kitabında bize körlükten çok insanların zor zamanlarında, kaos anlarında birbirlerine ne denli acımasızca davranabileceklerini; ortaya çıkan kötü durumu iyi hale getirmeye çalışmak, bu durumla uğraşmak yerine insan zihninin ilkel yanlarının bu gibi durumlarda diğer her şeye nasıl baskın geleceğini anlatmaya çalışıyor. Kör olma durumu kitabımızda sadece bir araç. Kitabın başlarında henüz herkes kör olmamışken kör olmayanlar bir nevi zulmediyor körlere, ardından herkes kör oluyor ve bu sefer körler birbirine zulmediyor. Sonuç olarak, ne yazık ki eline biraz otorite ve güç geçen herkes bunu bir şekilde kötüye kullanma eğiliminde, özellikle de zor zamanlardan geçerken...
🔮🔮

Sanırım kaos, açlık ve hayatta kalma temalarının ortak olmasından kaynaklanıyor.

Düzene ve topluma karşı gören körler olmamak için bu iki kitabı okuyalım, okutalım!

"Bence biz kör olmadık, biz zaten kördük"
"Gören körler mi?"
"Gördüğü halde görmeyen körler.”

Fiziksel körlük anlatılmış gibi dursa da insanın içindeki bencilligin, kötülüğün-olanca gücüyle- orada olduğunu anlatiyor ve tüm bunlara rağmen doktorun karısı ile iyiliği, umudu ve yardımlaşmayı. Ama iyiler de zaman zaman kötü şeyler yapabilir, isteyebilir. Daha doğrusu iyi ve kötü kavramları kalıplaşmış sözlerle ifade edilemez diyor yazar, anlattıklarıyla. Duygusal körlüğün, fiziksel körlükten çok daha yaygın ve tehlikeli olduğunu da.

Kitabın dili ve anlatımı da biraz ilginçti doğrusu. Birincisi kitapta hiç isim yok. Bütün kitap boyunca neredeyse gerçek hayatta tanıdığımız yakın dostlarımız kadar içli dışlı olduğumuz karakterlerin hiçbir şekilde ismi verilmiyor. Aynı şekilde herhangi bir mekan ismi de yok. Bu biraz ilginç geldi doğrusu. Bir diğeri de diyalogların veriliş biçimi. Karşılıklı konuşmalarda herhangi bir konuşma çizgisi yok. Hatta iki karakterin farklı konuşması aynı cümle içerisinde verilmiş bazen. Ve yazarın kendi cümleleri de daha doğrusu kendi düşünceleri de bu paragrafların arasında, diyalogların arasında verilmiş. Velhasıl ilginç bir tekniği var yazarın. Her ne kadar kitabı okurken zorlanmama neden olmuş olsa da bu yaklaşımı bir eksiklik değil de farklı bir deneme gibi geldi bana.

Körlük, her yerin kapkaranlık olduğu değil, bembeyaz olduğu bir körlük. İnsanların kısa bir süre sonra ilkelleştiği, hatta tamamen hayvani duygularına teslim olduğu bir dünya. Hikayedeki dünyayı çoğu kez körlerin gözünden görüyorsun! Ama aralarında gören tek bir kişi var ve onun gözünden de bir ayrı görüyorsun.



Kitaba Dair

 

Kitap okuyorum ama karakterleri ve içeriği sürekli unutuyorum diyen kişiler için bir paylaşımdır…”

Bir defasında hocama dedim ki: “Bir kitap okudum ama zihnimde kitaptan hiçbir şey kalmadı.”
Bana bir hurma uzattı ve dedi ki: “Bunu ağzında çiğneyip ye.”

Yedikten sonra sordu:

” Şimdi sen büyüdün mü ? :

” Hayır, ” dedim.

Dedi ki : “Büyümedin ama o hurma vücuduna dağıldı; et oldu, kemik oldu, sinir oldu, deri oldu, tırnak oldu, hücre oldu…”

Anladım ki, okuduğum kitap da öyle dağılıyor ;

Bir kısmı kelime dağarcığını zenginleştiriyor. Bir kısmı bilgi ve irfanını artırıyor, bir kısmı ahlakını güzelleştiriyor, bir kısmı yazı ve konuşmada üslubuna incelik katıyor, bir kısmı hayata farklı bakmanı sağlıyor, bir kısmı içindeki sevgi merhameti artırıyor, bir kısmı özgüvenini artırıyor, düşünmeni, sorgulamanı tetikliyor, olaylar karşısında nasıl davranman gerektiğini öğretiyor… her ne kadar sen bunların farkında olmasan da.

Kitap okumak bir şeye yaramaz, çünkü kitap okumak çok şeye yarar ! O kadar çok şeye yarar ki neye yaradığını söylemek imkansızdır.

“İyi dostlar, iyi kitaplar, bir de huzurlu bir vicdan: İşte ideal hayat.”

M. Twain

📚Kitapyurdu, D&R ve İdefix Çok Satanlar

 

📚Kitapyurdu, D&R ve İdefix Çok Satanlar
1-Bir Ömür Nasıl Yaşanır - İlber Ortaylı
2-Beyaz Zambaklar Ülkesinde - G. Petrov
3-Şeker Portakalı - J. Mauro De Vasconcelos
4-Simyacı - Paulo Coelho
5-Zamanın Kısa Tarihi - Stephen Hawking
6-Camdaki Kız - Gülseren Budayıcıoğlu
7-Livaneli’ninPenceresinden-Z.LivaneliZ.Köse 9-Gör Beni - Akilah Azra Kohen
10-Bir İdam Mahkumunun Son Günü -V. Hugo
11-Bülbülü Öldürmek - Harper Lee
12-Seninle Başlamadı - Mark Wolynn
13-Fareler ve İnsanlar - John Steinbeck
14-Kral Kaybederse - Gülseren Budayıcıoğlu
15-Momo - Michael Ende
16-Hayvan Çiftliği - George Orwell
17-İnsan Nedir? - Mark Twain
18-Tüfek Mikrop ve Çelik - Jared Diamond
19-Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley
20-Küçük Prens - Antoine De Saint Exupery
21-George Orwell -1984
22-Fahrenheit 451 - Ray Bradbury
23-Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu - S. Zweig
24-Uçurtma Avcısı - Khaled Hosseini
25-Her Şey Değişir - Anette Inselberg

23 Aralık 2020 Çarşamba

Raffaello Pasta


 

Çikolatalı Pasta


 

Hatim Pastası



 

Kızıl Veba


"Bekle Buli," diye seslendi John Starhurst çalıların oradan, "senin de hakkından geleceğim çünkü benim silahlarım Ger­çeklik ve Doğruluk, hem hiçbir adam bunlara karşı koyamaz."


Dil, hayatın sıradan koşullarını ifade etmekte yeterli olabilir ama bu kadar şiddetli bir rüzga­ rın koşullarını ifade etmek için kesinlikle yeterli değil. Esasın­ da rüzgarı tarif etmemeye niyetlenmiştim, bu fikrime sadık kalsam çok daha iyi olurdu.

okyanus ani ve şiddetli rüz­ garlarla dolu bir dama tahtası gibiydi

 

Hikayelerim

















 

Içimizdeki Şeytan Sabahattin Ali


İçimizdekiŞeytan bu açıdan bir ibret kitabı gibi okunabilir. Karanlık siyasetin insanları birbirlerine nasıl kırdırtabileceğine işaret eden pek çok sayfası vardır. ‘Birey’in gelişmesini asla istemeyen bu siyaset, sürekli gözetim ve denetim altında tuttuğu ‘sürü’den ayrılmak isteyenlere inanılmaz kertede merhametsiz davranmıştır.

“Enteresan şey...” dedi. “Umumiyetle para enteresan bir şeydir zaten. Çok kere cebimden bir lira alır, önüme koyarak onu saatlerce seyrederim. Hiçbir fevkaladeliği yok. Birtakım hünerli çizgiler, tıpkı mektepler deki resmi hattî {2} vazifeleri gibi. Belki biraz daha ince ve karışık... Sonra bir resim. Birkaç satır muhtasar yazı ve bir iki imza... Üzerine biraz fazla eğilince insanın burnuna ağır bir yağ ve kir kokusu da vurur. Fakat ne muazzam şeydir bu kirli kâğıt azizim, bir düşün!”


Çünkü nedense hepimizde, maddi olsun, manevi olsun, bütün dertlerimize bir isim takmak merakı vardır, bunu yapamazsak büsbütün çılgına döneriz
 
Fakat içimizde, bizim “ahlak” tarafımızda hiçbir şekilde münasebete geçmeyerek hadiseleri muhakeme eden, neticeler çıkaran ve tedbirler alan bir “hesabi” tarafımız vardı ve lafta değilse bile fiilde daima o galip çıkıyor ve onun dediği oluyordu.

Suiniyeti esas olarak kabul eden ve bir insanın dürüst, samimi ve namuslu olabileceğine ihtimal vermeyen bir kimseye karşı kendini müdafaa edebilmenin hazin imkânsızlığı onun elini kolunu bağlamıştı.

Gözümüzü kör eden yedi renktir, kulağımızı sağır eden sesler, ağzımızı paslandıran yediklerimiz, kalbimizi önce coşturup sonra durduran sonsuz koşmalarımızdır. Yüksek insan dışına değil, içine kıymet verendir.”

Ben şuna inanıyorum ki, üç buçuk günlük ömrümüzü kendimize zehir etmemek için ne mazideki hayatımıza ve kaçırdığımız fırsatlara ne de istikbalin olmayacak hülyalarına kulak asmayarak bugünümüze hapsolup yaşamalıyız. Her hadisenin insanı eğlendirecek bir tarafı vardır

halletmek için kafasını yormalı ve teferruat kendiliğinden iyi bir şekilde halledilmelidir

Maskesini, gizli maksatlarını ve bütün rollerini, bir an için bile olsa, üzerinden atmış olan biri ile yan yana bulunmak ona cesaret ve emniyet veriyordu.

Hiçbir insan seven bir insanın karşısında alakasız olamaz.

Dünyada insanlar kendilerinden başkasının işiyle alakadar olurlar mı? Belki dedikodu için ara sıra..

En kuvvetli insanın bile bazan ne kadar zayıf anları, istediğinin tam aksini yapmaya mecbur olduğu dakikaları bulunduğunu nasıl inkâr edebiliriz?

Bir insandan haksız yere şüphe etmek en korkunç şeydir

Fikir diye ortaya attıklarıherşey, kafalarına rastgele doldurduklarıhazmedilmemiş, acayip, birbirine zıt bilgilerin tahrip edilmiş şekillerinden ibarettir.

İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir.

İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum; müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Hal buki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... içimizde şeytan yok... içimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var... Hiçbir şey üzerinde düşünmeye, hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz.

 

Mantarlı, Ispanaklı Göğüs Tavuk